29 Nisan 2012 Pazar

SİSLER BULVARI

elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk

sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk

sisler bulvarı'nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarda bulutlar yürüyordu

terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı'da bir tren vardı

sisler bulvarı'nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!

sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarapta kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı

bir gemi beni afrika'ya götürecek
ismi bilmiyorum ne olacak
kazablanka'da bir gün kalacağım
sisler bulvarı'nı hatırlayacağım
kırmızı melek şarkısından bir satır
lodos'tan bir satır yağmur'dan iki
senin kirpiklerinden bir satır hatırlayacağım
seni hatırlatanın çenesini kıracağım
limanda vapurlar uğuldayacak

sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki istanbul'du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlık bana dokunuyordu

eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlıyamazdı
on beş sene hüküm giyerdim

dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı

sisler bulvarı'ndan geçmediğin gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray'da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum
Yazar : ATTİLA İLHAN

ŞİKAYETNAME (bu bir köşe yazıdır)



Tarsus Devlet Hastanesinde diş doktorluğu yapan Sayın Fethi AS Beyefendi! Bu kişinin adını buraya kadar taşımamın elbette dişe dokunur bir yanı var. Diş sorunu olanların uzun süredir dillerden düşürmediği kişi! Aslında sadece o değil; onun gibi bir iki kişi daha var konu edilen zira diğerlerinin isimlerini bilmiyorum; çünkü bizzat hastası olduğum kişi Fethi As'tır. Bir diş doktoru öncelikle hastalarına nasıl hitap edeceğine dikkat etmeli diyorum. Geçenlerde dişimi çektirmeye gittim hastalarla iletişiminde sorun olduğu apaçık belliydi. Üstünden çok geçmeden 2 gün önce bir yakınım yine dişini çektirmeye gidince hem kendisi hem diğer hastaların artık sabırlarının zorlandığını söyledi. Dişinin yarısının kırık olduğunu gören hasta, doğal olarak kapıyı çalıp da:
- Hocam bir şey sorabilir miyim? Dişimin yarısı kırık bir sorun var!
demesine karşılık:
-Yav, git başımdan bacım sinir etme beni burada şimdi seninle mi uğraşacağım!
cevabını aldığını bunun üzerine diğer hastaların da psikolojilerinin etkilendiğini ve aynı koridordaki diğer diş doktoruna muane olan bir hastanın anlatımına göre, dişine iğne yapılan hastanın yapılan bir iğne ile dişinin uyuşmaması üzerine:
-Hocam, bir iğne daha yapsanız, hala hissediyorum, ağrıyor!
demesine karşılık diğer doktorun:
- Off! Seninle mi uğraşacağım akşama kadar be! Yapamam iğne falan!
dediğini biliyoruz. Ve tabii ardından her iki hastanın da Sağlık Bakanlığı'na olanları şikayet ettiği haberini aldım. Şikayetin devamında neler yaşandı şimdilik bilmiyorum; ama diyorum ki ''Be hey kardeşim! Memnun değilsen yapma işini!'' Hayır nedir bu son günlerde statü ile egoyu tatmin etme yaygınlığı, anlam vermiş değilim. Oraya gelenler zaten canı burnunda insanlar, sen bir de üstüne üstlük aşağılayarak, bir doktora yakışmayan hitap şekliyle konuşursan bu halkı temelli soğutursun devlet hizmetinden ve mecburen özele yönelirler. Evet, bizzat bunu kendi ağızlarından duydum. Bu olanları birkaç kişiye anlattığımda çarenin özele gitmek olduğunu söylediler. İyi de hayır ben özele gitmek istemiyorum. Daha geçenlerde Medikal Park denen hastane yeni bir sabıka ile karşımıza çıkmadı mı? Üniversitede bir dönem aynı sırayı paylaştığım arkadaşım astım krizine girmişken, yer yok diyip bir oksijeni çok görerek ölümüne sebebiyet vermedi mi? Ben şimdi diş için bile olsa gittiğimde nereden bileyim bana zarar vermeyeceklerini?
Bunun yanında diğer bir sebebim de var haklı olarak! Ben devletin bana tanıdığı olanaktan yararlanıp, o hizmeti almak istiyorum. Buna mani olmaya kalkanların da lütfen peşini bırakmayalım diyorum. Lütfen sizler de böyle bir durumla karşılaştığınızda 24 saat evde düşünüp düşünüp uğradığınız haksızlık karşısında sinir sisteminiiz çökertmek yerine, hiç üşenmeyin bir gününüzü ayırın ve gerekli yerlere dilekçe yazıp, şikayet edin.
Özele gitme fikrinden daha zahmetli; fakat daha köklü bir çözüm olacaktır!
Nil KIZILIRMAK

SAĞIMIZ SOLUMUZ BELLİSİZ (bu bir köşe yazısıdır)



Geçenlerde bir sohbete denk geldim. Uzun süredir uzak kaldığımbir muhabbet ortamıydı; konu siyasetti.İlk defa bu denli çeşitliliğin, çok sesliliğin olduğu bir topluluktu bu.Yavaştan iliştim, dahil oldum konuşmaya. ''Benim sağımla senin sağın bambaşka'' diyordu bir edebiyat öğretmeni diğer bir öğretmene. ''Ben de artık Türkiye'deki solu beğenmiyorum, partilerin yansıttığı sol değil benim sol anlayışım değil'' diyordu diğeri. Hayır, yani kısacası orada sayıya vursan, 7 kişi varsa bunlardan 3'ü sol, 2'si sağ, 2'si muhafazakar olmak üzere 7 ayrı parti kurulması gerekiyordu muhabbete göre.
Bundan 4-5 yıl önce partiler veya örgütler kendi aralarında en fazla 2'ye ayrılıyorlardı. Şimdi o görüşe mensup her birey zaten kendi başına bir ayrım. Yani bir partinin söz gelimi 1 milyon mensubu varsa bu, o partinin 1 milyona ayrılmış hali gibi. Buna başta üzülmedim aksine buradan yola çıkarak bir şeyler için umutlandım. Artık kendi başına buyruk düşünen insan sayısında artış olduğunun, her insanın kendi doğrularını belirlediğinin,ezbere görüşlerden kurtulduğunun göstergesi olduğunu düşündüm. Sonra konuşma sürdükçe git gide içimde endişe belirdi. İnsanlar küsüyordu siyasete, ''o benim görüşümü savunmuyor; kimse benim gibi düşünemez; aman kendi bildiklerini yapsınlar'' gibi cümleler geliyordu art ardına. İşte dedim, sorun burda. Sorun tam da sorunun ne olduğunu bulup, ortaya çıkarıp, o haliyle çözümsüz şekilde bırakmamız! Tıpkı yıllarca iğneyle kuyu kazıp, yer altından madenleri yer yüzüne çıkarıp öylece bırakmak gibi bir şeydi bu! Güzel olan çoğunun yer altında maden olduğunun farkına varmasıydı. Kötü olan ise herkesin toprağı kendi başına kazması ve çıkardığı madeni öylece bırakıp, anlamsız yığınlar bırakmasıydı yeryüzüne. Şimdilerde kafam çok karışık. Acaba insan bu milenyum çağında, gerçekten artık tamamen bireysel mi olmalıydı; yoksa her zaman insanlığı yukarı çeken geleneksellik miydi? Hani hep deriz ya her insan kendi kapısının önünü süpürse bu yeterli diye. Sonra ardından da geleneksel ve klasik ''Bir elin nesi var iki elin sesi var'' deriz. Omuz omuza deriz...Hep beraber deriz... Sonra çok geçmeden ''sürü psikolojisinden kurtulun'' deriz... Deriz de deriz! Sanırım bir kavram kargaşası yaşıyoruz her anlamda.  Başta siyaset olmak üzere, sosyal yaşamda, ekonomik yaşamda hep ikilem, çelişki içindeyiz. Bu da daha bir düşünceyi oturtamadan diğerine atlamamızdan kaynaklanıyor olabilir. Yani biraz maymun iştahlı oluşumuzun da etkisi var bence.
Neyse, umarım ki düşünür haklı çıkar ve bu çelişkiler bizi gelişmeye zorlar!
nil kızılırmak

BELEDİYEYE ÇAĞRIDIR ! (bu bir köşe yazısıdır)



Kendi emekleriyle, karşılıksız yani gönüllü olarak Tarsus Barınağı'nda çalışan hayvan dostları,sonunda haklı olarak çileden çıktılar! Her şeye bütçe ayıran, her boş bulduğu alana havuz yaptırma lüksüne sahip olan, kendi yandaşlarına her türlü imkan sağlayan Tarsus Belediyesi gel gelelim insanlığın yarası olan, terkedilmiş, işkence edilip bırakılmış bu canlara yardım ve destek yapmaya gelince sırtını çeviriyor. Neden diye hiç düşünmedim. Kendimi cevabını bildiğim bu soruyla oyalamak yerine, belki basın yoluyla sevgili dostlara duyururum da bir fayda sağlarım diye düşündüm.
Daha bugünlerde aklımda bulunan bir proje de Belediye'nin bu tutumu nedeniyle suya düştü. Hepimizin bildiği gibi Kültür Sitesi'nin oradaki boş alana çeşitli kermesler kuruluyor. Çeşitli dediysem birbirinin bir ton değişiği gruplar yani. Nasıl oluyor, ne yapıyorlarsa rahatça at koşturabiliyor bazıları. Neyse orası beni bağlamaz; beni bağlayan ben ve dostlarım da hayvan barınağı için bir kermes kurup yardım toplamak istediğimizde kimsenin bize destek vermemesidir. Bu ikircilik biz de artık bardağın son damlası oldu. Sevgili Belediye, dışardan bakıldığında Tarsus için elinden geleni yapmış, Tarsus'u düzeltmiş ıslah etmiş şöyle iyi yapmış böyle güzel yapmış. Yapmış yapmış da içini dolduramamış maalesef. Ama maalesef benim güzel halkım, hâlâ eline şeker verilip kandırılma çağını atlatamadı. Göz boyamanın rüyasına dalıp uyuya kalmakta hâlâ. Tıpkı palyaço gibi, eğlenrimeye eğlenceye düşkün; makyajı haddinden fazla ama içeriğe gelince içine kapanık, dertli bir Tarsus!
Burdan dostlara da seslenmek istiyorum aslında. 1 Mayıs'ta bir takım haklar savunulurken; hayvan hakları da savunulsun, savunalım istiyorum. Bu konudaki hassasiyetimi maruz görün. Bana göre etik olan ezilenlerin haklarının savunulması ise bunu en aşağı kattan yapmak gerek. Hiç sesi çıkmayan, ağzı dili olmayanlardan. En masumlardan! Belki o zaman daha geniş bir pencereden bakabiliriz hakka hukuka...
1 Mayıs'ta görüşmek dileği ile....
Nil KIZILIRMAK

25 Nisan 2012 Çarşamba

sıfır noktası


Adımları gittikçe yavaşlıyordu. Ama farkında bile değildi. Zihninde hayalleri, anıları birer gölge gibi peşinden geliyordu yürüdükçe. Yarım saat önce o mektuba neler yazmıştı, onu bile hatırmıyordu. Köprünün ortasında durdu. Etrafa baktı, gece yarısı kuş bile uçmazdı burda biliyordu. bir iki adım daha attı.Yaptıklarını düşündü, ve yaptıklarının karşısında aldıklarını,alamadıklarını... Artık önemi yoktu. Aşmıştı bütün bunları. Sadece kendisini affetmesini istemişti. O da olmamıştı. ''İnsan sıfır noktasına geldiğinde bir karar vermeli'' diye geçirdi içinden. Sıfır... Ya devam etmek içindir, ya bitmek için. Hem kaybedecek hiç bir şeyinin olmamasıdır, hem de kazanmamak için bir nedeninin olmaması. Hem donma noktasıdır, hem erime noktası... Kumardır biraz tek başına oynanan. Kendi kumarını oynamıştı. Yere damlayan kana son kez baktı. Bir binanın ağır çekimde yıkılışı gibi yavaş ve heybetlice yığıldı yere.... Beş dakika sonra telefonu ısrarlıca çaldı, çaldı... Ardından bir mesaj : ''Affettim, seni bekliyorum! ''
nil kızılırmak

süpriz

Karşısında hiç durmadan konuşup duran adama baktı. Kelimeler o saatten sonra bir şarkının ezgileri gibi gelmeye başladı. Yüzünü inceledi. Göz kenarlarını en çok da. Hiç çizgi yoktu elbette ama o çizgiler ekledi hayalinde. Sarı saçlarının arasına biraz aklar serpiştirdi. Sesi biraz daha boğuklaştı. Elleri hafiften titredi. Gözleri aynıydı. Bir onları değiştiremedi zihninde. Ama yine de istediği gibi bir ihtiyar yaratmıştı karşısında. Belki gerçekte yaşlandığını göremeyecekti onun. Hatta o gün o konuşmadan sonra onu bir daha hiç göremeyedebilirdi. Ama bunların önemi yoktu artık.O görmüştü onu, yaşlanmıştı karşısında bir dakika içinde. Kendine geldiğinde gözlerini donuklaştırmış kendisine baktığını hissetti. Birden afalladı. Bir şey mi sormuştu; önemli bir şey mi demişti; neyi kaçırmıştı? Ne diyeceğini bilemedi. Tepkisizce yüzüne bakarken, karşıdaki hızlıca toparlandı ve ''ben anlayacağımı anladım'' diyerek çekip gitti. Bir iki dakika tepkisizce bekledi. Yola baktı, karşıdan karşıya geçen ve kuyruğu kopmuş kediyi izledi.Sakince bir sigara yaktı. İki dakika sonra garson gelip ''pastayı getirelim mi?'' diye sordu. ''Gerek kalmadı'' dedi. Her zaman olduğu gibi süpriz ters köşeden gelip kendinden önce davranmıştı bile. Bir daha onu hiç görmedi. Ama en azından onun yaşlandığını görmüştü...
nil kızılırmak

5 Nisan 2012 Perşembe

işte öyle bir şey


Büyük laflar kullanmayı bilmiyorum. Yaşadıklarımı süslü sanatlı anlatınca daha bi yaşanılası olmuyorlar çünkü. Gördüğüm rüya değişmiyor, nefret ettiklerim, önemsediklerim, içtiklerimin tadı ya da gözbebeklerim… Hem değişmesi gibi bir talebim de yok zira. Düpedüz, gri olmasa da metalik gri günlerin içinde volta atmak alt üstü. Kefene biraz daha dikiş atmak yani… Bazen en geçimsiz anılarla, bazen doymuşlukla ama her seferinde değişmeyerek aksine yineleyerek! Gülerek her adımda biraz daha ironik kahkahalarla; ha ya da diş arası gülümsemeyle. Küfreder gibi oturarak kimi zaman koltuğuma; iç geçirmeye üşenerek… Uyanarak, uyuyarak; öyle ya da böyle işte her sabah yaşamın karşısına geçip bağdaç kurup oturuyorum. Hadi şimdi eyvallah!
Nil kzlrmk